Democracy is coming to Turkey

-
Aa
+
a
a
a

Mustafa Alp Dağıstanlı

Başbakan Abdullah Gül, Amerika ile birlikte savaşa katılma tezkeresini onaylamaları için AKP milletvekillerini ikna toplantısından çıkışında “İkna edebildiniz mi” diye sorulunca şu cevabı vermiş: “Arkadaşlar sorumluluk sahibi olmakla olmamak arasındaki farkı anladılar.”

AKP grubunun ikna toplantısı altı saat sürmüş. Değmiş doğrusu! Gül’ün arkadaşlarının “anlamış” olması önemli tabii, ama asıl “önemli olan demokrasiyi, katılımcılığı sağlamak.”

Bitmedi. Başbakanımızın her cümlesi bir gerçeği aydınlatıyor. Alimallah katılımcılığı da sağladıktan hemen sonraki cümlede bir tesbitte daha bulunmuş:

“Bölgede üzerine alınanlar oluyor, ama ben her zaman söylüyorum: Türkiye bir krallık ya da emirlik değil.”

Ne demek istiyor Başbakan sorumluluk filan derken. Milletvekillerine o sorumluluğu millet verdi; ve o sorumluluk öncelikle milletin vekili olma sorumluluğudur, milleti gütme sorumluluğu değil.

Üç yüz küsur milletvekilini topla, ülkeye felaket getirici, sorumsuzca alınmış bir kararı inanmadıkları halde onlara onaylat ve bunun adı da demokrasi ve katılımcılık olsun! Ama AKP milletvekilleri anlaşılan zorlanıyor bu sorumsuzca alınmış kararı onaylamada ki, bugün bir “ikna” toplantısı daha yapılacak. AKP lideri Tayyip Erdoğan, dün CNN Türk’te dedi ki, “Bugün konuştuk arkadaşlarla. Yarın bir kere daha konuşacağız…” Çocuklarına ya da öğrencilerine tembih eder gibi… Zaten Salı günkü grup toplantısının basına açık bölümünde, “Grup kararı almayacağız, arkadaşlarımızın iradesi serbesttir” demiş, sonra kapılar kapanınca özgür iradeli arkadaşlarını parti disiplinine “davet” etmişti. İlk tezkere sırasında, ikincisinde istifa edeceğini açıklayan “sorumluluk sahibi olmakla olmamak arasındaki farkı anlayamayan” İstanbul milletvekili Göksal Küçükali’yi de ihraç etmek için harekete geçti AKP.

Milletvekilleri, Erdoğan’a ve Gül’e kulak vereceklerine halkın sesine bir kulak versinler. Mesela Sonar’ın yaptığı son kamuoyu yoklamasına. Çünkü oylayacakları tezkereyi ilgilendiriyor doğrudan doğruya. Belki ellerine geçmemiştir diye ben aktarıvereyim:

“Amerikan askerlerinin Türkiye’den geçerek Kuzey Irak’a girmelerine izin verilmeli midir” sorusuna verilen cevapların dökümü şöyle: “Evet, izin verilmelidir” diyenlerin oranı yüzde 16.26. “Hayır izin verilmemelidir” diyenlerin oranı ise yüzde 82.73. Nasıl? Bu sorumsuz millet böyle cevap vermiş işte.

Türkiye zarar görür

Bir başka soru: “Türkiye’nin aktif savaşa girmesi durumunda, sonuç itibarıyla, bu savaştan kârlı mı yoksa zararlı mı çıkacağını düşünüyorsunuz?” Cevaplar şöyle: “Türkiye kârlı çıkar” diyenler yüzde 6.72. “Zarar görür” diyenler yüzde 78.37. “Gelişmelere göre değişir” diyenler yüzde 12.43. Nasıl? Sorumsuz millet, ne olacak!

(Recep Tayyip Erdoğan diyor ki, “Savaşa evet mi, hayır mı’ diye sorarsanız, tabii herkes hayır der; ben de. Ama soruyu ‘Türkiye’nin menfaatleri için evet mi, hayır mı’ diye sorduğunuzda, evet derler…” Adama gülerler.)

Diyeceksiniz ki, millet bilmez, nereden bilecek; adamlar hükümete gelince dosyalar da önlerine geldi, gördüler… Çok tartışmalı. Milletin cevapları, radyolarda, televizyonlarda, gazetelerde söyledikleri andavallı olmadıklarını gösteriyor. Ayrıca, bilgilendirseydiniz o zaman. Bilgilendirdiler mi? Hay aksi tesadüf; Sonar bunu da sormuş: “Sizce hükümet Kıbrıs, Irak savaşı ve Avrupa Birliği hakkında öngördükleri çözümlerle ilgili kamuoyunu yeterince bilgilendirmiş midir?”

Cevaplar: “Evet bilgilendirmiştir” yüzde 24.45. “Hayır yeterince bilgilendirmemiştir” diyenler yüzde 66.24. Nasıl? Nankör millet N’olacak!

Bir yüzde daha vereyim: “Türkiye hiçbir şekilde savaşa katılmamalıdır” diyenlerin oranı yüzde 84.74. Nasıl? Ödlek millet!

İşte böyle. Ama emirlik filan değiliz Allah’a şükür, ama emirliklerde olan şeyler oluyor bu ülkede de; halkın ezici bir çoğunluğu karşıyken havaya bakıp ıslık çalarak savaşa giriyor hükümet. Denebilir ki, sadece emirlikler mi, mesela “demokrasinin beşiği” İngiltere’de de halkın çoğunluğu karşı, ama hükümet savaşa gidiyor.

Doğru, ama bu sorun demokrasinin beşiği Avrupa’nın tamamı için geçerlidir. Yani onlar da hiç de iyi bir sınav vermedi bu konuda. Bu, temsili demokrasinin yüzkarasıdır. Demokrasi diye ortalıkla dolaşan hayaleti sorgulamanın zamanı geldi çoktan.

Ayrıca, Türkiye’nin bir komşusuna saldırılacak ve Türkiye de buna izin vermekle kalmayacak, kendisi de katkıda bulunacak, belki de vuruşacak. Bu savaş, muharebe bittikten sonra da devam edecek; bunu unutmayalım.

Ama bu hükümet, savaşla ilgili izlediği politikada bu hükümete destek verenler bizle dalga geçiyor. Bakın AKP lideri Erdoğan neler söylüyor (Salı günkü AKP grup toplantısındaki konuşmasından): “Alınan her kararın arkasında bu coğrafyada yaşıyor olmanın gerekleri, Türkiye'nin jeostratejik çıkarları, bölge ve dünya barışına Türkiye'nin yapacağı katkılar ve bu milletin selametini gözetme kaygısı vardır.”

Bak sen! Erdoğan gibi konuşmaya gayret gösterirsek şöyle ifade edebiliriz: Bağıra çağıra konuşmakla ne olamıyor insan? Hak-lı ve man-tık-lı o-la-mıyor!

Sen haksız, meşruiyetten yoksun, hegemonyacı, emperyalist bir savaşa izin, destek, katkı vereceksin, hatta katılacaksın, sonra da bu “Türkiye’nin dünya barışına yapacağı katkı” olacak. “Bu coğrafyada yaşıyor olmanın gerekleri”nden biri olarak dizginlerini koparmış, saldırgan, hak hukuk tanımayan emperyal bir gücün komşunu ezmesine izin vereceksin, hatta sen de onunla beraber hareket edeceksin, sonra da bu “katkılar”da “bu milletin selametini gözetmiş” olacaksın!

Kirli pazarlık

Bu milletin selametini düşünmek, sınıraşan fikirler gerektirir, sınıraşan askerler değil. Kendi sorunlarınıza ve etrafınızdakilere böyle çözümler düşünmelisiniz, ancak böyle selamete çıkabiliriz. Türkiye ancak etrafındakilerle beraber selamete çıkabilir. Bu milletin selametini düşünmek için saygılı olmak da gerekir. Sadece “toprak bütünlüğü”ne saygı değil, daha da önemlisi, o veya bu veya şu topraklarda yaşayan insanlara, halklara saygı. Peki, kendisi de bir Laz olan Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’ın şu sözlerine ne demeli (dünkü AKP milletvekillerini ikna toplantısından): “Eğer savaşa girmezsek, bölgede bir Kürt devletinin kurulmasından Musul ve Kerkük'ün aşiretlerin eline geçmesine kadar bir dizi olumsuzluklar yaşarız.”

Ne aşireti? Kürtleri küçümsemek için kullanıyor bu kelimeyi. Varsayın ki öyle, sırf aşiretler olarak örgütlendiler diye bir insan topluluğunun elinden hakkını alabilir misiniz? (Kürtlerin hakkı mı, değil mi, başka konu.) Ayrıca, peki aşiretler var, bu, bir Kürt halkı olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Yine ayrıca, Kürdistan Demokratik Partisi, mesela, köklü bir siyasi örgüttür ve daha da önemlisi, Kürt siyasi hareketlerinin tarihi de en azından 19. yüzyıla kadar gider.

Bu mu “savaşa direnme”, “savaşın önündeki en büyük engel?” Pazarlık ne zamandan beri direniş oldu? İnönü’nün 2. Dünya Savaşı’nda yaptığıyla bu hükümetin yaptığının uzaktan yakından alakası yok. Ve bu pazarlık kirli bir pazarlıktır. Hayır, sadece ekonomik konular, kaç dolar yardım alınacağı konuşulduğu için değil, siyasi ve askeri konulardaki pazarlıklar da kirli. (Başka bir yazıda dokunalım buna da. Ama şu kadarını söyleyeyim: bu pazarlıkları yapan zihniyet Türkiye’yi belalardan sıyıramaz.)

Bu saygısızlık ortamından hiçbir yere selamet fışkırmaz. Bela kapıda!